İNSAN VE SANAT EĞİTİMİ           (23.10.04)

Sanat, insanın düşünü yaşamında her zaman en çok tartışılan, en şaşırtıcı ve aldatıcı bir kavram olmuştur. Yüzyıllar boyu fizik ötesi bir olgu biçiminde algılanan sanat, aslında örgensel (organik) bir olaydır. Soluk alma gibi bir ritmi, konuşma gibi anlatımsal ögeleri vardır, algılama, düşünme, imgeleme (hayalleme) ve bedensel eyleminde katıldığı etkin bir süreçtir. İnsanlığın gelişim süreci içerisinde sanatı örgensel bir bölüm olarak görmek gerekir. Bu ise çoğu doğa bilimcilerin, tarihçilerin ve hatta kimi ruhbilimcilerin görüşüne karşı bir görüştür. Onlar çoğunlukla sanatı, süsleyici işlevi olan (keyfi) bir etkinlik olarak görmek eğilimindedirler.

Oysa sanat hem öğrenme sürecinin hem de gelişim sürecinin etkin bir yardımcısı olabilir. Çünkü sanat, duygu ve düşünce arasındaki karşılıklı ve iç içe geçmiş bağlantıyı vurgular. İnsanın bu iki yönünün uyumunun sağlanması, bir anlamda eğitiminde temel amaçlarından olduğuna göre, sanat örgün ve yaygın eğitimde yer alırsa, tüm eğitim süreçlerini daha etkili kılabilecek bir güce sahiptir.

Eğitilmiş insan her yönüyle gelişmiş bir kişilik ve toplumsal sorumluluk bilincine ulaşş insan olabilmektir. Hızla değişen dünyanın dinamik yapısına ayak uydurabilmek ancak yaratıcı güçlerle donanmış bir kişilik geliştirmekle olasıdır. Doğuştan yaratıcı güçlere sahip bireyin , bu gücünün ortaya çıkarılması yollarından biri de insanın "estetik eğitimi" yani sanat yoluyla eğitimdir. Bu anlamda , kişilik eğitimi sanat eğitiminin amaçlarından biri olmaktadır. Schiller, "İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar" adlı eserinde, insanın gelişiminin amacını yeteneklerin tüm yönlü geliştirilmesinde , yani şahsiyetin harmonik bir bütün olarak geliştirilmesinde görmektedir. Tek yönlü eğitimin insan kişiliğindeki uyumu bozduğunu savunur. Duygu ile aklı en iyi bütünleştirenin de güzel sanatlar eğitimi olacağını belirtir. Goethe de bireydeki doğal yapının açılıp gelişmesi için "en değerli kişilik eğitimi" yolunun sanat olduğunu vurgular. Ona göre çok yönlü eğitim, kişiliğin bütünlüğünü kapsayabilecektir.

 Bireyin özel ve ayırıcı davranışlarını kapsayan kişilik, onu başkalarından ayırır. Çeşitli durumlarda gösterilen öğrenilmiş davranışların özel ve ayırdedici yönlerinin nasıl keşfedileceği, yönlendirileceği ya da biçimlendirileceği konusunda farklı yöntemlere başvurmak gerekecektir. Kalıtsal etkenler ve geçirilen yaşantılar sonucunda edinilmiş kişiliğe eğitim yoluyla yeni davranış ve yaşantılar kazandırabiliriz. Yetenekler, kişiliğin parçası durumunda olup kişiliği, kişinin tanınması yönünden de etkilerler.Sanat eğitimi yoluyla hem çocuğun kişiliğini olumlu yönde etkileyip kendini korumasını sağlayabiliriz, hem de onların kişiliğini daha derinlemesine tanıma şansı elde edebiliriz.Eğitim, mesajı yalnız ulaştırmakla kalmayacak, aynı zamanda onu yapılandıracaktır.Çocuk yeteneği sayesinde tanınıp dikkate alınabilecek ve çevresi farkına varabilecektir.Gerek zeka gerek özel yetenekler, çocuklar ve yetişkinlerde kendine güven ve saygınlık kazanmayı sağlayacak yeterliliklerin geliştirilmesine neden olmaktadır.Özel yetenekler güdülenmeyi de sağlayarak, yeteneklerin denenme ve kullanılma istemini sürekli kılacaktır. Deneme güdüsünün güçlü olması ise özel yeteneklerini erken yaşta göstermelerine neden olacaktır.

Kişiliğin biçimlenmesindeki önemli bir başka etken de aile olmaktadır.Gözleyerek öğrenme için model ya da örnekleri sağlamaktadır.Ana - babanın tepkileri bazı davranışları pekiştiriken, diğer bazıları için cesaret kırıcı olmakta; bazı alışkanlık, amaç ve değerlerin belirlenmesine yardımcı olmaktadır. Kendisi iyi uyum yapmış, çocuklarını seven ve sayan ana - babalar onlara kendini değerli bulma ve kendine güvenme duygularını kazandırabilirler. Sevgi ve övgüleriyle onların özelliklerini gözleyebilir ve değerlendirebilirler. Bu ise çocukların kendi geleceğini belirlemesinde ilgi ve istemlerine göre uygun yönelme ve kararlar almalarında çok önemli olmaktadır. Bununla birlikte; ait olduğunuz kültürün değerleri ahlak anlayışı ve davranış biçimleri, bireyin eğitimi ile aile içindeki ilişkilerin kurallarına da temel oluşturmaktadır. Bu anlamda kültür; toplumsallaşma süreci ile kişiliğin gelişmesini etkiler. Kişinin geliştireceği birçok özelliği de belirler. Çocuğun daha sonraki yıllarında oyun arkadaşları, okulda öğretmen ve televizyon gibi başka kaynaklar da toplumsallaşma sürecine katılırlar.Bir başka deyişle yetenek, katılımla getirilen gizilgücün, eğitim ve çevre etkisiyle geliştirilmiş kısmını ifade eder.Belli bir yaşa kadar geliştirilen becerilere bakarak çocuğun yeni bir eğitim sürecinden ne kadar yararlanabileceği kestirilebilecektir. Yapılan işlerde karmaşıklık düzeyi arttıkça gerektirdiği yetenek düzeyi de artmaktadır. Ortaya konulan ürünler arasında nitelik farkları olduğunu bilerek, üstün kaliteli eserler verecek düzeyde yetişebilmek için üstün yeteneğe sahip olmak gerekmektedir.

Uygulanan sanat eğitimi programları ile bireyin kendi yeteneğini ölçmesi ve geliştirmesi sağlanabilecektir.Ancak, gerçek ilgi ve değerlerini belirlemelerinde en önemli etkenler programın uygulayıcısı ve uygulama ortamları olmaktadır. Toplumda birçok kişi vardır ki ilgi ve yeteneklerinin farkedilmemesi ya da üzerinde durulmaması ( okul - aile - çevre ) nedeniyle gerçek anlamda kendilerini tanıma şansı elde edememişlerdir. Farkına varılsa bile motive edilmedikleri için ilgi alanlarına yönelememişlerdir. Bu kişiler genellikle doyurulmamış bu durumlarını başka meslekler içindeki boş zamanlarında ya da mesleğin süresini tamamladıktan sonra değerlendirebilmektedirler.Mesleği içinde ortak ilgi grupları oluşturarak ya da sanatla ilgili program yürüten kurslara katılarak doyum sağlamaya çalışmaktadırlar. Herhangi bir zorlama ya da bir ödül vaadedilmediği halde, kendiliğinden bazı faaliyetlere girişerek bundan doyum sağlıyorsa bu, geçici bir eğilim değildir.İlgi duyulan etkinlik alanı genellikle yetenekli olunan alandır.Kuzgun, " ... ilgi bir bakıma yetenekleri kullanmaktan ve onları geliştirmekten duyulan bir zevktir.(... ) Daha çok meslek alanlarından birine yönelişimizde rol oynayan kişilik özelliğimizdir." demektedir.

Bireyin kişilik özellikleriyle, yaşamdan beklentilerinin çakışması onun, özelliklerini tanıyıp geliştirebilmesiyle paralellik taşımaktadır. Bu anlamda Pestalozzi ' nin eğitim anlayışına göre okullar, belirli bilgi ve beceriler vermekle yetinmeyerek, insanı bütün yeteneklerinde harmonik bir biçimde açıp geliştirici bir fonksiyon göstermelidir. Düzenliliğin, uyumun güzelliğini algılama yetimizi bir - iç duyu - olarak adlandıran Arat " ... üstün duyuların nesneleri olan güzellik ve erdem daha sonra gelişir. Bundan ötürü biz, çocukların güzellik duyuları ile ahlaksal eylem duyularının tümünün eğitim ve öğretim ürünü olması gerektiğini düşleriz."görüşündedir. Düzenliliğin, uyumun güzelliğinin farkında olma ve bu konuda beklentilerin oluşması, hazırlayıcı pek çok etkene bağlı olmaktadır. Eğitim ortamına girmeden önce; bireyin yaşamında karşılaştıkları, olumlu ya da olumsuz olarak bu süreçte etkili olmaktadır.

Pakize Türkoğlu 'nun eğitim tarihimizde uygulama ve araştırmalarını eğitbilimin ölçülerine vuran İ.H.Tonguç 'u anlatırken bahsettiği saptamaları sürecin etkenleri açısından ilişkilendirebiliriz. Tonguç saptamalarında; uygarlığın batılı dünyanın yaşam biçimi olduğu, günlük yaşamda, çevresinde özenle yapılmış eşyalar, düzgün çizgiler, güzel yollar, farklar gören, buralarda oynayan, çalışan batılı öğrencinin düzgün olmayanı tanımadığını gözlemiştir. Böyle bir görünümün temelini oluşturan sanat eğitimi, ilk ve orta öğretimin temel çalışmaları olmaktadır. Düzgün çizgi çizmede, güzel araç tasarlayıp, gerçekleştirebilmekteyken; çevresindeki herşeyin düzgün olmadığı ortamda büyüyen öğrencilerimizin neden düzgün iş çıkaramadıklarının bir nedeni olarak görmektedir.Çevre ve öğretim çevresinin belirleyiciliğinin sanat alanında daha somut örneklerle ortaya çıktığını düşünmektedir.Öğretmenin bunları göz önünde tutması gerektiği sonucuna varmaktadır.Bu nedenle öğrencilerini; ön öğrenmeler ve çevre kısırlığından ileri gelen eksikliklerini tanımlayarak, iyiyi - güzeli görmeye alıştırmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki saptamalar geçerliliğini korumaktadır.Günümüz koşullarında daha da karmaşık bir hale gelmiştir.Çarpık kentleşmenin getirdiği olumsuz koşullar o kadar çeşitli ve girifttir ki; erozyona uğramış, kimlik bunalımına düşş, yaşam kalitesini düşünemeyecek durumdaki kitlelerin içinden gelen öğrencide estetik kaygı yaratmak, güzeli - iyiyi tanımalarını, bulmalarını beklemek gittikçe uzaklaşan bir hedef olmaktadır.Bu nedenlerle, günümüz sanat eğitimcisi; toplumsal analizleri takip edecek, yeni kuşak bireyin beklentilerini çözümleyebilecek pedagojik derinliğe sahip olmayan olmalıdır.Çünkü, çevrenin eğitime sunduğu olumsuz koşullar değişmiyorsa ve değiştirilemiyorsa; eğitim uygun çevreyi yaratmalıdır. Koşullara teslimiyetçi olmayan bir yaklaşım benimsemek zorundadır. Bütün bunları dikkate alarak düzenlenmiş eğitim programları içinde; yaratıcılığı engellenmemiş, gözlem gücü ve beğenisi incelmiş bireyler, eğitim dışına çıktıkları zaman - güzeli ve iyiyi - seçici olacaklardır. Eleştirel yanlarıyla çevrelerini olması gereken en iyi koşula çekme gereksinimini hissedeceklerdir.

Tonguç'un öngördüğü eğitimin belli başlı görevlerinden en önemlileri; "Eğitimin, modern olmayan maddi koşullarla çarpışma zorunluluğu ve çevrede modern biçimlerin olmayışı karşısında, eğitimin bu yokluğu giderme zorunluluğudur... Çağın gereksinimlerini öğrenciye kazandırmalı ve modern yaşamla uyuşmayan, eğitime baskı yapan etkilerle çarpışabilmek" olmaktadır.

Bireyin toplum içindeki yerini belirleyen eğitimin toplumun geneli üzerindeki etkisi "kişilik"le doğrudan bağlantılı olduğunu düşündürmektedir.Bu tür etki ve oluşumlar özel ve ayırıcı yanlar üzerinde belirleyici olabilecektir. İnci San, kişilik için; " ... kişinin, bireyin kendini bütün toplum ilişkileri içinde nasıl ortaya koyduğunu belirler..." derken, huy ve karakterin kişiliğin oluşumundaki rolünden bahseder. San' a göre : " ... Huy; duyguların gücünü, tepi yoğunluğunu ve hızını içerir; büyük ölçüde sinirsel salgı dizgesiyle ve beyin kabuğu ve beyin kabuğu altının ilişkilerinden bağımlıdır.. Karakter; kişisel tepi ve içgüdülerle, huy ve toplumsal çevrenin karşılıklı etkileşiminin bir ürünüdür; toplumsal tutum ve duyguları içerir..." Kişiliğin tanımındaki özellikleri; toplum - eğitim ve kişilik açısından ele aldığımızda yukarıda sözü geçen "tutumlar"ın rolüne değinmek gerekmektedir.Tutumlar,ancak bireyin yaptıklarından var-olurlar. Bireyin kazanılmış kişilik özelliklerinin bir parçası durumundadır ve koşullanma, modelin gözlenmesi ya da taklit yoluyla öğrenilmişlerdir. Duygu ve kanılarımıza uygun hareket etme eğilimi olarak davranışa dönüşürler. Toplumsal tutum ve duygularımızı sosyal psikolojiden yararlanarak eğitim yoluyla ( aracılığı ile) yönlendirebiliriz. Sanat ve sanat eğitimiyle sorununuz varsa; bu, sanata ve sanat eğitimine karşı aldığımız tavırla ilgili olmaktadır.

Program içindeki konumu, ders saati ve içeriği açısından bireye sunduğumuz sanat faaliyeti, nasıl bir tutum hedefleyeceğimizi ortaya koyabilecektir. Çocuğun ilk dönemindeki ana - baba etkisinin üzerine daha geniş bir boyutta gelen eğitimin etkisi, onun yönelimleri üzerinde kendisine yüklenen tutumlara göre şekillenebilecektir.Ancak burada durum, hem eğitim süresine hem de içeriğine bağlı olarak sonuçlanacaktır.İleride sürdüreceği, sanata karşı duyarlı olma, ilgilerini bu yönde sınama gereksinimini bireye kazandırdığımız zaman uygun modelleri oluşturabileceğiz.Eğitim, her zaman sonuçlarını ileride alacağımız bir yatırımdır.Bu anlamda; eğitim yoluyla birey üzerinde nasıl değişim yaratabiliyorsak, ona çok yönlü cevap verebilecek kapsamlı bir sanat eğitimi de oldukça uzun vadeli bir yatırım olacaktır. Resim ve müzik etkinlikleri çocukların kişiliğini geliştiren derslerdir.Ana - babalar, sosyal ve eğitim çevresi bakımından "Ressam mı olacak ?" yargısı sıkça rastladığımız bir sorundur. Bu yargı ile, onun doğrultusunda olan davranışın dili engellenmektedir. Oysa resim dersi bir ifade ve karakter dersidir. Çocuk bu derste kişiliğine çok zengin malzemeler katabilecektir. Güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayırmasını öğrenir, bir sergiyi gezerek sosyal ve estetik bir iş görmüş olur. Biçimlendirme sürecinde ele aldığı elemanlarla bilinç altını boşaltır.Bu nedenle resim öğretmenlerinin çocuğun kişilik eğitimi üzerinde çok büyük rolü olmaktadır. Yapılan etkinliğin öğrenci tarafından yüklenilmiş olması sorumluluk açısından, işbirliği,takdir, kendini gerçekleştirme duyguları bu dersle gelişme imkanı bulacaktır.

Çocuğu kendisi ve çevresiyle uyumlu sosyal niteliklere ulaştıran müzik dersi de onun ruhunu ve beğenilerini inceltir.Seçici olmasını sağlar.Önemli olan bu dersleri hem içerik hem de eğitim ortamı açısından amacına uygun gerçekleştirebilmektir.Burada bilinmesi gereken; çocuğun bilgisel donanımdan çok onu birey olarak biçimlendiren yanlarından sorumlu olduğumuzdur. Sanat eğitiminde öğretim yöntemlerini geliştirirken "öğrenme" sürecinden yararlanabiliriz. Eğitim, öğrenme ve sanat eğitiminde buluşulan ortak nokta "davranış değişikliği" olmaktadır. İzleyeceğimiz yöntemlerde de bu ortaklıktan pay çıkarabilmemiz ve ilgi kurmamız gerekmektedir.

Öğrenme; davranışta bir değişikliktir. Burada hatırlamamız gereken, "davranış" ın; hisleri, tutumları ve zihinsel süreçleri, bir diğer deyişle doğrudan gözlenemeyen tüm içsel olayları kapsamasıdır. Ayrıca kişinin öğrenme yeteneği zeka, yaş ve genel uyarılmışlık haline de bağlı olmaktadır.Ancak, "güdülenmiş" olmayı da gerekli kılmaktadır.Bu bağlantı daireseldir. Uyarılmış olan kişi; ses, koku, çevredeki yeni nesneler gibi dış uyarılarla kolayca güdülenebileceklerdir.Bu uyaranlar meraka ve araştırıcı davranışlara yol açacaktır.Bu sırada dikkat devreye girer.Algının seçici oluşunu hatırladığımızda; seçici oluşunu etkileyenlerden biri olarak dikkat, insanların neyi algıladıklarında önemli bir etken olmaktadır.Bu etkilerin içinde; hazırlayıcı kurulum, güdü ve canlının içinde bulunduğu gelişim dönemi bulunmaktadır. Uyaran - merak - dikkat ve araştırıcı davranıştan yola çıkarak; "Nasıl bir sanat eğitimi ?" sorusunu düşünmeliyiz. Sanatın yalnız özel yeteneklinin alanı olduğunu duyumsatan( öğreten) anlayıştan vazgeçmeliyiz. Sanatı, ilgi alanı olsun olmasın sanatsal tavrı bireyin yaşamına geçirmekle ve bunu sağlayacak yöntemleri geliştirmekle işe başlayabiliriz. "Sanat eğitimi, eğitim ve sanatın değişik konumlarda, değişik boyutta ve ağırlıkta biraraya geldiği bir alandır.Çevreyle ilk tanışma, görme, algılama, adlandırma ve düzenleme ile başlayan sanat eğitimi daha sonra ürün verme, üründen tat alma olarak gelişir.Okul düzeyinde ise sanatsal bilgi ve deneyimin çocuğa, gence, yetişkine belirli bir düzen içinde, kazandırdığı bir disiplin alanı olur. Burada artık sanat, ürünü, tarihi,eleştirisi ve estetiği ile öğretilen ve öğrenilen bir ders olma durumundadır.

Ancak, kimi dönemlerde sanatta öğretim ve "öğrenme" sözcüklerinden kaçınıldığı görülmektedir. Bir başka olumsuz yaklaşım ise, sanatsal yaratmanın kapalı bir süreç içinde gerçekleşerek, sürecin yapıt ortaya çıktığında anlaşılır olmasından dolayı öğretilmez ve öğrenilmez görülmesidir."Öznel" olduğu düşünülmekte, sezgiye dayalı gizemli bir süreç gibi ele alınmaktadır. Okullardaki uygulamada da bu "öznel" bileşenin payı büyüktür.Buna karşılık "nesnel" olan, teknik bilgi ve beceriye dayandığı için öğretilebilir ve öğrenilebilir görülmüştür.Bu türden yaklaşımların yanısıra; kuramsal ve uygulama boyutlarının birbirini tamamlayıcı olmaması sanat eğitimini olumsuz yönde etkilemiştir.Geçmişte, bilim ve sanat, zeka ile yetenek, biliş ve duyuş kesin çizgilerle ayrılmış ancak, geçerliliğini yitirmiştir. Yapılan bilimsel araştırmalar, sanat eğitimi anlayışında "zihinsel süreçlerin" yer almasını sağlamıştır.Duygu ve algılarımızın, us'la olan bağlantısı, bir başka anlatımla; duygu ve algılarımızın zihinsel süreçlerin sonucunda simgeler yarattığı kabul edilmektedir. Çağımızın Teknolojisinin en önemli buluşlarından biri olan bilgisayarlar, "insanın sembollerle" düşündüğünden hareketle gerçekleştirilmiştir. Günümüzde konuyla ilgili yapılan çalışmaların, insan bilincini ortaya çıkaran tüm süreçleri gerçekleştirmeye doğru gittiği görülmektedir. Ancak tek engel " bilinci oluşturan us ve duyuların" sırlarının henüz çözülememiş olduğudur.

Sanat Eğitimi çerçevesinde anlaşılarak uygulanmakta olan resim ve müzik derslerini sunma şeklimizle sorun başlamaktadır. Konusu, malzemesi bir yemek tarifi ya da reçete gibi verilmekte; " şu kadar dakikada marifetinizi gösterin" denilmektedir. Böyle bir istemde; bireyin hazır olmuşluğu düşünülmemiştir, faaliyetin bir zihinsel süreç olduğu hesaba katılmadan, bu süreçten nasıl yararlanılabileceği düşünülmeden hareket edilerek davranılmaktadır. Uygun atmosfer yaratılmadan, yaşantı ve gözleme dayalı birikimlerini harekete geçirmeden, ezberlenmiş biçimler yerine kavramlarla düşündürülerek özgün ifadelere ulaşması sağlanmamaktadır. Değerlendirme kriterinin daha işin başında " başarılı bir çizim ve boyama" üzerine oluşturulması, " merak ve ilgi" yerine ürküntü uyandıracaktır. Artık güzel sanatlara ilgi duymak zorunda değildir.Çünkü "oyun" un dışında kaldığını görmektedir. Oysa biz kriter olarak; -onun özgün yaklaşımlarına - hangi başarıda çizerse, boyarsa boyasın değer vereceğimizi ortaya koymalıyız. Çizgi, boya, direk ve notanın birer araç olduğu ve bu elemanlarla kendi gizil güçlerini sınayabilecekleri yönünde güdüleyebiliriz. Bu güdülemenin, sanatın yalnız bu malzemeleri kullanabilmek olmadığı yönünde zenginleştirilmesi gerekmektedir. Sanatın insan yaşamındaki yeni ve gerçek malzemelerinin insan, duyum ve akıl olduğu belirtilmelidir.

Sanat yalnız uygulama olmamakta, bilgi boyutu da taşımaktadır. Bilgi aynı zamanda uygulamada etkili olmaktadır. İster bilgisel ister uygulama düzeyinde olsun, mesele "davranış"sa öğrenme durumuyla ilgili olmaktadır.. Öğretim yöntemlerinde; "davranışın" öğrenmeyle olan yakın ilgisi "öğrenmenin" gerçekleşmesinde etkili olan unsurları da hesaba katmamızı gerektirecektir.

Sonuç olarak sanat, bilimin varoluşundan çok daha önce varolmuştur ve çok daha fazla insana ulaşır. İnsan usunun kendini dışa vuruşu, doğayı yorumlama yöntemidir. Sanat ve bilim, kültürün önemli bir yapıtaşı olmuştur. Sanatsız bir toplum, kendini anlatmaktan yoksun olduğu için ilerleyemez. Mustafa Kemal’in “Sanatsız kalmış bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir” özdeyişi bu türden bir eksikliğe vurgu yapar. Sanat, duyular düzeyinden, imgeleme ve düşünme düzeyine değin, her türlü deney ve yaşantıyı aydınlatabilecek yapı ve güçtedir. Unutulmamalıdır ki, düşünüler yalnız fikir formülleriyle değil, efsanelerle ya da mecazlarla da aktarılabilir.